Takkiyeci Erdoğan’ın kirli Osmanlı oyunu
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Osmanlı ecdatları uyansa her halde Erdoğan ile çok gurur duyarlardı. Nedeni ise Osmanlının azınlıklarla ilgili devlet geleneğini çok güzel uyguluyor olması. Hani derler ya ‘‘Osmanlıda oyun bitmez’’, aslında artık buna birde ‘‘Recep Tayyip Erdoğan’da oyun bitmez’’-i eklemek lazım. Erdoğan’ın diğer bir özelliği ise ‘‘muhteşem’’ bir takkiyeci olması.
2010 yılında İsveç parlamentosunun 1915’ te Süryani, Ermeni ve diğer Hristiyanlara yapılan 1915 Seyfo-soykırımı tanıma oylamasından bir süre önce T.C. konsolosluğu bazı Süryanileri yakın markaja aldı. Klasik bir ‘‘Osmanlı oyunu’’ ile Süryanileri birbirine düşürecek ve Soykırımın tanınması çalışmalarını boşa çıkaracaktı. Bunu gerçekleştirmek için Süryanilerin arasında kendisini aşiret reisleri olarak tanımlayan bazı ‘‘eski okuldan kalma’’ tipleri ve kendisini dev aynasında gören sözde devrimci olarak tanımlayan ama hasta bir tarikat ve aşiret karışımı olan yeni bir Süryani örgütünü kullanmaya çalıştı. Ama nafile. T.C.nin Osmanlı oyunu boşa çıkacaktı. Çünkü Süryaniler artık o ‘‘koyun sürüsü psikolojisinden’’ kurtulmuş ve özgür iradenin ne olduğunu anlamıştı. Süryaniler artık kendilerini yönlendirmeye çalışan, aşiret reisleri, kilise Mıtranları ve sözde Dawronoyelere izin vermeyecek ve özgür irade ile hareket edecekti.
Oylamanın yapıldığı gün İsveç Parlamentosunun izleyicilere ayrılan bölümü ülkenin her yerinden gelen Süryaniler ile dolu idi. Oylama 1915 soykırımı Seyfo’nun tanınması ile sonuçlandı. Oylamadan sonra T.C. konsolosu Zerrin Korutürk iki elinde iki telefon sonucu kızgın bir şekilde Ankara’ya bildirmekle meşgul olmuştu. Oylamanın geçmesinden sonra Türk hükümeti adeta çıldırmıştı. Türk hükümetinin bu çıldırmasının asıl sebebi ise Seyfo-soykırım sorununu İsveç’te Süryanilerin çalışmalarının sonucu olması idi. İsveç’te bu çalışmalarda Ermeni kurumlarının da çabası oldu ama Süryanilerin çalışması ezici bir çoğunluğa sahip idi. Bunu Türk makamlarda biliyordu. Bu yüzden, T.C.yi, İsveç’ten yediği demokrasi tokadından ziyade, devlete sadık ve ‘‘koltuk altında Keklik’’ olarak bilinen zavallı Süryanilerden yediği tokat rencide etmiş ve çok ağrına gitmişti. Nasıl olurda koskoca Osmanlı torunlarına böyle bir tokat atılırdı? Çünkü tokadı atmak her zaman Osmanlıya ve torunlarına mahsustu.
Osmanlının torunu Erdoğan’ın çok zoruna gitti bu ‘‘Süryani tokadı’’. Bunu Süryanilerin yanına bırakmayacaktı. İntikam almak için Süryanilerin en hassas noktasına saldırı emrini verdi. Bu hassas nokta Süryaniler için çok büyük önem taşıyan Mor Gabriel Manastırı idi. 1600 yıldan fazla bir tarihi olan Mor Gabriel Manastırı sadece Süryaniler için değil tüm Hristiyanlar için önemli bir yerdir. İlk olarak 2008 yılında tipik bir kadastro sorunu olarak başlayan Mor Gabriel davası, 2010 yılında İsveç’ten çıkan Seyfo-soykırımı tanıma kararından sonra Erdoğan hükümetinin müdahalesi ile bir milli gurur ve haysiyet davasına dönüştü. Mor Gabriel Manastırı üzerinden Seyfo-soykırım konusunu kurcalayan Süryaniler cezalandırılacaktı. Burada bile bir ‘‘Osmanlı oyunu’’ kokusu geliyordu. Mor Gabriel Manastırına yapılacak baskılar ile Avrupa’daki Süryaniler susturulmak isteniyordu. Ama hesap tutmadı. Ne Mor Gabriel Manastırı hakkını aramaktan vazgeçti nede Avrupadaki Süryaniler susturulabildi.
Yerel mahkemelerin Mor Gabriel lehine verdikleri kararlar her seferinde bozulmuştu. Daha sonra davaya Hazinenin dahil olması, süreçte hükümetin parmağının olduğunu net olarak gösteriyordu. Yıllar süren mahkemelerde en son gelinen nokta ise Yargıtay’ın Mor Gabriel Manastırı aleyhinde verdiği karar oldu. 1937 yılından beri vergileri ödenen ve resmi varlığını ortaya koyan belgelere rağmen, Yargıtay bir hukuk katliamı yaparak bunları dikkate bile almadan Mor Gabriel Manastırına ait 276 dönümlük arazinin Hazineye devredilmesine karar verdi.
Süryanilerden intikam almak için Mor Gabriel Manastırına yapılan bu hukuki katliam, süreç ilerledikçe Türk hükümetinin başına bela olmaya başladı. Avrupa Komisyonunun her yılki ilerleme raporunda artık Mor Gabriel Manastırına yapılan haksızlıklar ele alınıyordu. Bunun dışında Türk hükümetinin, 1600 yıllık tarihi olan ve Türkiye’de nerdeyse yok denilecek kadar az olan Süryani halkına yapılan bu haksızlık ve tahammülsüzlük uluslararası basına yansımış ve bu konu Türk hükümetinin alnına bir utanç lekesi olarak yazılmış oldu.
Şimdilerde ise öyle görünüyor ki takkiyeci Erdoğan bu utanç lekesinin silinmesi için emir vermiş. Bunu yapmak içinde İstanbul’da halen ‘‘eski okuldan’’ kalma ve kendilerini ‘‘Süryani halkının önderleri’’ olarak gören bazı çevreleri kullanmaya çalışıyor. Erdoğan hükümeti bu utanç lekesini silmek ve dünya kamuoyunda biraz itibar kazanmak için İstanbul Yeşilköy’deki Süryanilere kilise inşası konusunu kullanmaya çalışıyor. Bu kirli oyunu gören Süryani aydınları tepkilerini medyada net olarak ortaya koydular. Artık Türkiye’de yaşayan Süryanilerinde bazı zengin ailelerin kendilerini yönlendirmesine suskun kalmamaları olayın sevindirici yönü.
Olayı takip etmek için okuduğum internet sitelerindeki yazılardan birinin attığı başlık dikkatimi çekti. ‘‘Cumhuriyet döneminde yapılacak ilk Süryani kilisesi ’’ başlığı aslında sorunun en can alıcı noktasını ortaya çıkarıyor. 90 yıllık tarihinde Türkiye Cumhuriyetinin tahammülsüzlüğü ortada. Avrupa’da yaşayan Türklerin inşa ettikleri Camilerin sayısını ancak Allah bilir. Buna karşılık, Türkiye’de yaşayan Hristiyanlar kendi topraklarında bir kilise inşa etmek değil, var olan ve bakıma muhtaç olan kiliselerinin tamir edilmesine bile izin verilmedi.
İnsan kendisine sormadan edemiyor. 1600 yıldan fazla tarihi olan Süryani Manastırı Mor Gabriele tahammül edemeyen ve arazilerini ellerinden almaya çalışan bir zihniyet, nasıl oluyor da İstanbul’un en zengin semtlerinden birinde Süryanilere kilise yapmaları için bedavadan arazi vermek istiyor? Bu sorunun cevabı işte bahis ettiğimiz ‘‘Osmanlı oyunu’’, hem de çok kirli ve kokuşmuş cinsinden.
Soruna yakından bakıldığında Erdoğan hükümetinin bu cömertliğinin nedenini daha da iyi anlıyoruz. Çünkü tahsis edilen arazi başkasının malı. Yani çalıntı arazi. Tabi ki mal başkasının cebinden olunca Erdoğan’ın cömertliğinin sınırı yok. Bu olay adeta bir taşla iki kuş vurmanın sözlük açıklaması gibi. Arazi Latin Katolik kilisesine ait ama tıpkı bugün Mor Gabriel Manastırına yapılan, 1950 yılında Latin Katolik kilisesine yapılmış ve arazileri gasp edilmişti. Muhteşem takkiyeci Erdoğan, bir yandan Süryanilere minnet yapmak ve diğer bir yandan dış kamuoyuna demokrasi ihracatı ediyorum görüntüsü vermek için bu çalıntı araziyi Süryanilere vermek istiyor.
Süryanilerden konu ile ilgilenen Vakıf Başkanı Sait Susin, Latin Katoliklerin rızası olmadan bir şey yapmayacaklarını medyaya verdiği demeçlerde açıklıyor. Ama bu ne kadar yeterli? Süryani cemaatinin tutumu ne kadar doğru?
Eğer yanılmıyorsam İstanbul’da iken ait olduğum Bakırköy kilisesi de Latin Katoliklere aitti, ama tıpkı Yeşilköy’deki kilise gibi iki kilisede Süryanilere emanet edilmiş ve bize hizmet ediyordu. Kilise inşa etmek için arazı arayışında olan Vakıf Başkanı Sait Susin ve diğer yetkililer, kendilerine emanet edilen ve yıllardır kullandıkları kiliseye ihanet etmemelidirler. Mor Gabriel Manastırı davasında başa gelen olayları düşünerek, Süryani cemaati başkasından gasp edilen bir araziyi kesinlikle almamalıdır. Aksi takdirde hem ahlaki değerleri çiğnemiş olacak hem de çalıntı mal alarak aslında hukuken T.C.nin yaptığı hırsızlığa ortak olmuş olacak. Bugün bunu Latin Katoliklere yapan zihniyet, yarın Mor Gabriel Manastırından gasp edilen arazilerin bir bölümünü birilerine Cami veya başka bir şey inşa edilmesi için verebilir.
Dikran Ego
Sayin Ego,
Yerinde ve zamaninda bir yazi. Ancak, dawronoye ile ilgili yazdiklarin gerceklikten cok uzak. Dawronoye’lerin bu konuda bir kabahati yoktur. Zira halkimizin partileri ve orgutleri yakindan takip edildiginde bu acik ve kolay bir sekilde gorulecektir. ACSA tv’de yapilan programlarda da Jonny Messo (SUA) ve ekibinin AKP ve A. Davutoglu ile hasir nesir olduklari defalarca teyit edildi. Ve SUA ekibi de bu durumu kabul etmektedir. SUA’nin Turkiye’ye yaptigi ziyaretler ve TC yetkililerinin Avrupa’da SUA ile gorusmeleri arti bir ornektir. Bugune kadar dawronoye’lerin Avrupa’da Turk yetkilileri ile oturup kalktiklari gorulmedi.
Arti, dawronoye’lerin orgutsel yapisi ile ilgili analiziniz cok banal ve alisildik turden. Bunlari asmak lazim.
Cok bir donemden gectigimizi herkes kabul ediyor. Dogru analizler icin sagduyu, bilgi ve onyargisiz bir yaklasim gerekli ve ozellikle gazeteciler icin.
Tawdi.
Tawdi sagi likthawto hlitho!